Gireniz Deresi’nden yukarı doğru seğirtirken, Bozdağların serin yamaçlarında gözlerden ırak bir çadır belirir. Bu çadır yalnızca bir Yörük yurdu değil; dağların yalnızlığını paylaşan, doğanın ritmini hisseden Yunus Amca’nın ve onun hikâyelerinin yuvasıdır. Seher vakti Yunus Amca, sürüsünü önüne katıp, ardıç ve çam kokularıyla sarılı Bozdağların çıplak tepelerine doğru yol alır. Akşamları ise ocağın başına oturur, yaşanmışlıklarından süzülen kekik kokulu hikâyelerini anlatır. Onun hayatı, dağların rüzgârına karışan asırlık bir ardıç ağacının hikâyesine benzer. Kimi ona sıradan bir çoban der, ama bana göre o, hikâyeleri ve neşesiyle umudu yaşatan, Bozdağların son ardıç dalıdır.
Kış gelip de Bozdağların dorukları bembeyaz bir örtüye büründüğünde, Güney Köyü’nün kadim geleneği canlanır. Köylüler, ellerinde kürekler ve kazmalarla kar kuyularına doğru yola çıkar. Bu gelenek, kimi zaman Yunus Amca’nın öncülüğünde, eski muhtarlardan Mahmut Güngör’ün eşliğinde, nesilden nesile aktarılan bir mirastır. Güneşin yakıcı sıcakları bastırmadan önce, Yunus Amca ve köylüler bu kutsal emaneti korumak için gönüllü olarak çalışır. Karlar özenle kuyulara doldurulur, üzerleri çam dalları ve ağaç yapraklarıyla sıkıca örtülür. Bu sadece yaz için bir hazırlık değil; aynı zamanda doğaya duyulan saygının bir göstergesidir. Yazın susuz kalan canlar için serin bir nefes, ardıç kokulu dağlara duyulan minnetin ifadesidir.
Kar kuyuları, Bozdağların insanlara olduğu kadar, tüm doğaya sunduğu bir armağandır. Yazın en kavurucu günlerinde susayan bir kurt, kuyunun kenarında durup serinliği hisseder. Bir tavşan, sıcaktan kaçıp kuyudan akan kar sularının oluşturduğu minik bir gölcüğe sığınır. Bir kuzgun ya da bir şahin, kuyunun eriyen kar tanelerinden su içer. Her damla, yalnızca insanlara değil, dağın sessiz sakinlerine de ardıç ve çam kokulu bir nefes olur. Bozdağların zirvelerinde yankılanan kurt ulumaları, tilki çığlıkları, kuş cıvıltıları ve tavşanların telaşlı koşuşturmaları, kar kuyularının etrafında hayat bulur. Bu kuyular, doğanın tüm canlıları için bir buluşma noktasıdır. Yunus Amca, bu sessiz dostlarıyla birlikte Bozdağların kalbinde, doğanın ritmine uyum içinde yaşamaya devam ediyor.
Ama asıl büyü, yazın en sıcak günlerinde ortaya çıkar. Kuyuların üzeri açıldığında, içinden çıkan bembeyaz kar, üzüm kokulu pekmezle buluşur. O an, Bozdağların ruhu dile gelir. Çocukların heyecanla uzanan kaşıkları, yaşlıların geçmişe dalan gözleri, bu anı bir şölen gibi yaşar. Kar kuyuları, yalnızca dağları değil, insanların ve tüm canlıların yüreğini de serinletir.
Ören ve Güney köylüleri için bu gelenek, eski bir ritüelden öte, geçmişten geleceğe uzanan bir köprüdür. Ancak zaman değişip eski alışkanlıklar unutulmaya yüz tutarsa, kar kuyularını kazan eller azalırsa, Yunus Amca’nın ocağının başında anlattığı kekik kokulu hikâyeler de insanlarla birlikte toprağa gömülür. Eğer bu değerleri yaşatmaya devam edersek, Bozdağların bir köşesinde, zamana meydan okuyan bir çadır her zaman var olacaktır. Rüzgâra, yalnızlığa ve zamana direnen kar kuyularının bekçisi, Yörük Yunus Amca gibi…
Ve belki bir gün, Bozdağların serin karına ellerini daldıran bir çocuk, üzüm kokulu pekmezle o büyülü tadı tattığında, bu hikâye yeniden canlanacaktır. Çünkü bazı gelenekler unutulsa bile, bir dağın rüzgârında, bir çobanın hafızasında, bir kurdun susuzluğunda ya da bir çocuğun damağında yeniden doğmayı bekler.
Dağlar hâlâ fısıldıyor. Bakalım, duyan var mı?
Halil Bâki ÇELEN
Konuya henüz yorum yapılmadı.